1991’den Günümüze
Kırgız Ulusal Kimlik Oluşturma Siyasası
ve Sovyet Kültürel Mirası
Venerahan Torobekova
Sovyet “ulusal politikası”
Konuşmam, Kırgızistan’da ulusal kimlik oluşturma siyasası üzerine. Ancak, “Sovyet kültürel mirası” diye de ekledim, çünkü zaten Kırgız kimlik oluşturma siyasasını konuşmak için, Sovyet ulusal politikasını konuşmak zorundayız. Bundan kaçınamayız. Tezim, 1991’den günümüze, geçen bu on iki yıl içinde çok büyük gelişmeler ya da değişiklikler olmadığıdır.
Sovyet ulusal politikası şu idi: Sovyet halkını oluşturmak. O da ne idi? Bütün halkları, bütün ulusları uluslaştırmamak. Aksine, homojenize etmek, “merkezleştirmek”; dolayısıyla, “Sovyet halkını” oluşturmaktı. Sovyet ulusal politikasında, bütün halkların eşit olacağı ve herkesin merkezleşeceği öngörülür. Bana sorarsanız, bu politika halen devam etmektedir.
Bu politikanın kökenini anlamak için, 1900’lerin başından 1920’lere giden süreci incelemek gerekmektedir. 1922’de Sovyet Birliği kuruldu. Bolşeviklerin iktidarı elde etmeleri üzerine, Sovyet hükümeti oluşturulurken, Lenin’in liderliğinde, “ulusal politika” çok önemli konulardan biriydi. Lenin’in görüşüne göre, eğer bütün uluslar eşit olmuş olsaydı zaten ortada problem olmazdı. Ancak onun ulusal politikasının, sonuçta, sadece teoride kaldığını düşünenler var; ben de bu görüşe katılıyorum. Stalin döneminde ulusal politika yön değiştirmiş, daha ziyade Ruslaştırma politikası uygulanmıştır. Bir başka deyişle, Stalin’in uygulamasıyla, Lenin’in teorisi farklı yönlere doğru gitmiştir. Tabii, bu kimine göre, ruslaştırma değil de, sovyetleştirme ya da sanayileştirme, modernize etme politikasıydı. Zaten uygulama Ruslara da yapılmıştır: başka ulusların kültür ve gelenekleri yanısıra, Rusların kültür ve gelenekleri de yavaş yavaş ölmekteydi. Yani kaybolmakta, yok olmaktaydı. Ben bu görüşe katılmıyorum. Stalin döneminde Ruslaştırma ve asimilasyon politikası uygulanmıştır diye düşünen çoğunluğun görüşünü paylaşıyorum.
Stalin dönemininin ulusal politikası çok geniş, derin bir konu. Üzerinde tartışılacak [bu konuşmanın konusunu aşan] çok husus var.
Stalin’den sonra başa geçen Kruşçev’in ise, ulusal politika konusunda, Stalin’e göre daha liberal bakışa sahip olmuş olduğu söylenir ve Kruşçev bu açıdan savunulur. Fakat sonuçta çok fazla bir değişiklik olmadığı da kaydedilir. Zira Kruşçev de, aynı şekilde, örneğin, Rus dilinin gelişmesini ve Rusların, lider halk ya da ulus olarak görülmesini sağlamıştı.
Arkasından, Brejnev’in döneminde herşey “halledilmiş” oldu. Zaten ondan önceki liderler hep “Sovyet Birliği’nde ulus problemi yok. Bu çözülmüş bir konudur,” der dururlardı. Brejnev de başından bu “gerçek”i açık açık “ilan etti.” Dolayısıyla, onun zamanında bu konuda hiçbir işlem ya da çaba gösterilmediğini savunuyorum. Hatta, Brejnev’in, sonuna doğru, seleflerinden daha da fazla, Rus dilini ve Rus kültürünü egemenleştirecek, yoğun bir politika izlediğini düşünüyorum.
Andropov’un liderliği çok kısa sürdüğü için, onun zamanında fazla bir değişiklik olmadı. Gene de, bazı bilim insanları, o ilk reformistti diyorlar. Çünkü Andropov, Sovyetler Birliği’nde, “ulusal politikamızda problem var; bu hiçbir zaman çözülmemiştir ve hâlâ da vardır,” diyen, [bu durumu kabul ettiği, bu durumu kabul eden ilk lider olduğu için] ilk reformist olarak gözüküyor. Sovyet döneminde politika perde arkasında yapıldığı için, Andropov gerçekten reformist miydi, söyleyebilmek zor. Ama zaten çok az süre lider olarak bulundu, maalesef bir uygulama da göremedik. Sonuçta Andropov’un sözlerinin sadece bir görüş ve teori olarak kaldığını savunuyorum.
Andropov’un arkasından başa geçen Gorbaçov’a gelince, o daha başından bir reformist olarak işe başlamıştır. Gorbaçov'un reformlarıyla birlikte de, tabii ki, ulusal politikada sorunlar olduğu ortaya çıkmıştır. Ve böylece onun reformlarıyla birlikte, reformlarının sonucu, hem Sovyet Birliği yıkılmış, hem de “ulusal politika”nın gerçekten çözülmemiş olduğu belirginleşmiştir. Sovyetler Birliği toprakları dahilinde her yerde ulusal tartışmalar ve hatta çatışmalar çıkmaya başlamıştır.
Kısacası, Sovyet ulusal politikası, Sovyet dönemi boyunca, hep çözülmüş olarak görüldü; ama aslında sadece teoride var oldu. Bu sadece bir siyasa idi, maalesef hiçbir zaman çözülmemiştir. İşte, Kırgızistan konusu incelenirse, ulusal politikada gerçekten problemler olduğu görülecektir.
Kırgızistan örneği
Kırgızistan kendi ulusal kimliğini oluşturma konusunda, taa 1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında çaba göstermeye başlamıştır. 1989’da kendi dilini resmi dil olarak ilan etmiş; 1990'da cumhurbaşkanını seçmiş; 1991’de de bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu adımları milli marş ve milli bayrak oluşturma gibi gelişmeler izlemiştir. Yani o dönemlerde ulusal kimlik oluşturma konusunda çaba gösterilmiştir.
Hatta şöyle bir görüş var: Kırgızistan hiçbir zaman Sovyetler Birliği'nden uzaklaşmak istememiştir ve en son ayrılmak isteyen cumhuriyet olmuştur, diye. Evet, bu görüşe belki ben de katılabilirim, ama bir taraftan da şöyle birşey var. Halk ayrılmamak istemiş olabilir; ama hükümetin 1980’lerin sonundan itibaren egemenlik konusunda çaba gösterdiği açıktır.
Ancak, 1993-1994’lerden itibaren, Kırgızistan’da hükümet ulusal kimlik oluşturmakta zorluk çekeceğini gördüğü için, kendi ulusal politikasını değiştirmeye ya da farklı yönde oluşturmaya çaba göstermeye başlamıştır.
Bu yeni oluţum nedir, nasıl bir politikadır? Bence, tamamen değilse bile anahatlarıyla eski Sovyet ulusal politikasına devam ediliştir. İlk once böyle bir politikaya gerek duyulmasının nedenleri üzerinde duracağım, sonra da bu politikanın özelliklerini anlatacağım.
Nedenler
Ulusal kimlik oluşturma konusunda 1993’den itibaren yön değistirilişin dört ana nedeni vardır:
1993’te uygulamaya konulan “ulusal politika”
1993’de Kırgızistan’da oluşturulan “yeni” ulusal politika, Sovyet ulusal politikasının uygulamaya devam edilişinden başka birşey değildir. Bunun böyle olduğunu gösteren, başlıca üç özelliğini sıralamak istiyorum:
Bu da, bana göre, Sovyet dönemindeki Narkomnatz’ın.aynısıdır. Bu benzerlik çok büyük bir eski Sovyet ulusal politikasının devam ediyor demenin bir nedeni.
Tabii, şimdi Kırgızistan’da ulusal politika, ulusal siyaset olarak, daha çok, işte bu Kırgız Halk Meclisinin, hükümetle olan bağlantısı gösteriliyor. Çünkü mecliste bulunan bütün örgütler, bütün ulusların örgütleri kendi istediklerini aralarında konuşuyorlar. Arkasından da hükümete sunuyorlar. Hükümet de inceliyor ve gereğini yapıyor. Böylece bir “ulusal politika”nın oluştuğu iddia ediliyor. Dolayısıyla, hükümet bir “ulusal problem”in olmadığını savunmaktadır. Ve durumun çok ideal bir çözüm olduğunu da savunmaktadır. Buna “devlet ve örgüt” formülü diyorlar. Hem devlet var, hem örgüt. Bu bağlantıyla bir politika oluştuğunu söylüyorlar.
Böylelikle Sovyet ulusal politikası devam ediyor.
Maalesef ve maalesef [şu bir gerçek ki], Rus dilinin resmi dil olarak ilan edilmesi, Kırgız dilinin gelişmesine engeldir. Dolayısıyla, Kırgizistan'ın Kırgız ulusal kimliğini oluşturmasında güçlük yaratacaktır.
Bazıları, bunlar sadece bir görüntü, arka planda farklı bir politika güdülüyor, diyorlar. Belki de öyledir. Ama yine de bence, maalesef ve maalesef Kırgızistan kendi ulusal politikasını henüz oluşturmamıştır. Oluşturmak için de bence çok uzun zaman gerekmektedir. Bunun nedenleri de halen Sovyet ulusal politikasının, özellikle internationalism politikasının, izlenmesi. Yani Rus dilinin resmi dil olarak ilan edilmesi. Bunlar bence çok büyük engeller olarak sayılmalıdır.
Zaten Kırgız dilinin resmi dil olarak ilan edilmesi bir formaliteden ibaret kalmıştır. Çünkü maalesef ve maalesef hâlâ daha pek yoğun olarak kullanmıyoruz. Kırgızca, Sovyet dönemindeki gibi şehir dışında kalan köylerde kullanılan, köylerdeki okullarda kullanılan bir dil olarak kaldı. Oralarda konuşulur, oralarda kullanılır. Şehirlerde ise hâlâ Rusça konuşulur. Bütün işlemler Rus dilinde yapılmakta, bütün belgeler Rus dilinde yazılmaktadır.
Oysa, 12 yıl geçti. Bu da çok az bir süreç tabii ki. Ama yine de belli bir istekle yavaş yavaş kendi kimliğimizi oluşturma konusunda mücadele edebilirdik diyorum. Kendim Kırgız olduğum halde, bu konulara çok üzülüyorum. Belki belli bir süreç alacak. Hükümet Kırgız dili sorununu gelecekte ele alacak. 2005’te bu konunun inceleneceği zaten ilan edildi. Ama hükümetin beyanlarıyla ya da anayasaya madde koymakla iţ bitmiyor. Gerçekten uygulamada görmek gerek. Maalesef uygulamada bunlar yok.
Kırgızistan’a dışarıdan bakış
Benim savunduğum 1980’lerin sonunda, 1990’ların başında bir çaba gösterilmişti ama o çaba ileriye gitmedi. Ve 1993’ten sonra, Kırgizistan, hâlâ bugüne kadar eski Sovyet ulusal politikasına devam etmektedir. Ben bunu savunuyorum.
Özellikle Kırgızistan’in dışında yayımlanan kitaplara ve medyanın verdiği bilgilere bakınca bu daha da belli oluyor. Hatta Kırgızistanın içinde bulunduğu durumu anlamak için, bence dışarıdan bakmak gerekmektedir. Bununla demek istediğim, durum dışarıda, Kırgızistan’daki medyaya ya da kitaplara göre daha açık anlatılmaktadır. Bunu bir avantaj olarak görüyorum çünkü, dışarıda ben daha çok bilgi bulabiliyorum. Kırgızistan’a gidince karşılaştırıyorum ve çok net görebiliyorum. Daha önceleri kullandığım, ülkemden getirdiğim kitaplarda, neredeyse herşey Sovyet dönemindeki gibi. Kitaplar, broşürler, artık çok iyi gelişmeler. Var, herşeyin çok güzel olduğunu, insanların rahat ettiklerini, bütün ulusların Kırgızistan’da dostluk içinde yaşadıklarını anlatıyor… Eski Sovyet ilanları bunlar.
Maalesef cumhurbaşkanımız da böyle bir söylemde bulunuyor, Örneğin, bir sloganı var, "Kırgızistan bizim ortak yerimiz," diyor. Ancak, Kırgız milliyetçileri var, onlar da [cevaben], "Kırgızistan ortak evimiz değil; Kırgızistan Kırgızların evidir. Dışarıdan gelenler de, eğer Kırgızların tarihine, kültürüne ve diline saygı gösterirlerse tabii kalabilir; saygı göstermezlerse de da kalamazlar,” diyorlar. Ne yazık ki onların sayıları çok az. Hükümet ise onların söylemini bastıracak güce sahip. Bürokratlarımızın çoğunun hoşuna gitmeyebilir ama ben bir genç Kırgız olarak bunları açıkça söylüyorum. Ve çok üzülüyorum. Çünkü biz sonuçta, gerçekten Kırgız ulusal kimliğini oluşturamıyoruz.
Bazıları ise, “zaten sizin Kırgız ulusal kimliğiniz yoktu ki,” diyorlar. Ama ben yok diyemiyorum, eğer olmasaydı, özellikle köylerimizde kendi geleneklerimizi, dilimizi, kültürümüzü muhafaza edemezdik. Zaten örneğin bu yıl (2003), Kırgızistan Devleti’nin 2200. yılı olarak ilan edilmiştir. Bu ne demektir? Milattan önce iki buçuk yüzyıl geriye giderek, Kırgız ulusunun 2200 yıldır varolduğunu iddia etmektir. Tabii bu büyük bir iddia. Ama eski bir ulus olduğumuzu söyleyebiliriz.
Tarihe bakınca, sürekli değişiklikler olmuş olduğu görülür. Şu anda bile Kırgız topraklarının bizim topraklarımız olduğunu söylemek zor. Çünkü tarih boyunca çok değişiklikler olmuştur, her türlü güçlerden, hükümetlerden, imparatorluklardan gelen değişiklikler… Örneğin, en son olarak Sovyet hükümetinin yaptığı değişiklikler sonucu biz böyle bir toprağa sahibiz. Ve de öyle bir halka, çok-uluslu bir halka sahibiz.
Eski bir ulus olduğumuz doğrudur. Yalnız, şu anda, günümüzde, kendi kimliğimizi oluşturmakta zorluk çekiyoruz. Hatta ve hatta, bir ulusal kimliğimiz var demek, iddia etmek dahi zor.
Ulusal kimliğimizin oluşması uzun bir süreci gerektiriyor. Çok iyi araştırma isteyen bir konu bu aynı zamanda. Eğer milattan önce iki buçuk yüzyıl öncesinden başlayan bir ulus istiyorsak, nasıl bir halka, dile, kültüre sahibiz, nasıl bir tarihimiz var, bunları çok iyi araştırmamız gerekiyor. Yavaş yavaş, ileride birşey oluşturmak mümkündür. Ama günümüzde tabii böyle bir şey yoktur.
Belki de hâlâ yetmiş yıl boyunca uygulanan Sovyet politikasının etkisinde kaldığımızdan dolayı böyle güçlük çekmekteyiz. Henüz kendimizi tanımakta ve kimliğimizi oluşturmakta güçlük çekiyoruz. Ama ileride, çok çok ileride, kendi kimliğimizi oluşturabileceğimizi ummak istiyorum.
Bant Çözümü: Şule Tarakçıoğlu
Yayına hazırlayan. Gönül Pultar