Ülke Dışında Kültür Araştırmaları –
Kriz İçinde Bir Bilim Dalı
?
Laurence Raw
Kültür araştırmaları ve bu alanın farklı ülkelerdeki gelişimi hakkında, yirmi dakika içinde, konuya hakkını vererek konuşmanın, eşyanın tabiatı icabı, olanaksız olduğu bir gerçek. Bugün artık İngiliz, Amerikan, Fransız ve Avustralya kültür araştırmaları konusunda, bir sürü kitabın çıkmış olması bir yana, halen bir sürü bilimsel dergi de yayımlanmakta—
International Journal of Cultural Studies ve European Journal of Cultural Studies bunlardan sadece ikisi. Bu dergilerin açıkça belirtilen siyasası ise, dünyanın her yerinden konu üzerinde çalışanlardan makale istemek ve bu makaleleri de, kültür araştırmalarına yaklaşımların ne denli geniş bir yelpaze oluşturduğunu kanıt olarak sunmaktır.Dolayısıyla, [bu konuşmamda] kültür araştırmalarının değişik bağlamlarda uygulanışının topyekun bir incelemesine girişeceğime, üç yerde—İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan’da—nasıl geliştiğine odaklanacağım. Bu üç ülkeyi seçişimin
çeţitli nedenleri var: Bunlardan ilki, bu ülkelerin farklı kıtalarda yer almalarıdır—Avrupa, Amerika ve Asya; ikinci olarak, disiplin açısından çok farklı yaklaşımlar geliştirmiş olmalarıdır; üçüncü neden ise, eski bir sömürge ülkesi olan Hindistan’ın kendi Batı’ya “geri yazış” tarzını geliştirdiğini göstermektir. Bu incelemenin ardından, kültür araştırmalarının nasıl küreselleşmiş ve/veya kurumsallaşmış, ve bunun sonucu, bir önceki yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktığı zaman çıkış noktasını oluşturmuş olan keskinliğini nasıl yitirmiş olduğu konusundaki görüşlerimi ortaya koyacağım. Eğer bu disiplin, bu ülkede akademik söylemin kabullenilen bir parçası haline gelecekse, bu keskinliği yeniden elde etmesi gerektiğine inanıyorum.Peki ama kültür araştırmaları tam olarak nedir? İngiltere bağlamında, İngiliz edebiyatı ve/veya sosyoloji gibi uzun zamandır yerleşik olan disiplinlere bir tepki olarak ortaya çıkmış olduğu söylenebilir. Yeni Sol’un derin etkisinde kalmıştır—aralarında eski İngiliz sömürgelerinden
gelen öğrenci ve aydınların da bulunduğu, kıyıda köşede kalmış ve o zamana kadar akademik hayatta önemli bir yer edinememiş bir grup insanın. Yeni Sol, sadece Marksizmin (1956’da Macaristan’ı istilaya yol açan) Stalinist bakış açısına tepki göstermemiş, aynı zamanda ülkedeki beyaz, Anglo-sakson ve Protestan azınlığın şekillendirdiği İngiliz geleneksel sol-kanat bakış açılarına da meydan okumuştur. Bu nedenle İngiltere’de kültür araştırmalarının, açıkça siyasal ve/veya özünde muhalif olduğu ve bu yolla, Marksizmin yerleşmiş anlayışlarına, ve hatta “İngilizlik” anlayışlarına meydan okuduğu söylenebilir. O zamana kadar, sadece İngiltere’de doğanların İngiliz olduğu düşünülürdü; Yeni Sol, Stuart Hall gibi aydınların önderliğinde, öğrenim görmek amacıyla İngiltere’ye gelmiş olan sömürge aydınlarına da söz hakkı vermiştir. Ve böylelikle, o zamana kadar tamamıyla Anglo-merkezci olan Sol’a, harici sesler ve bakış açıları kazandırmıştır.Milliyet anlayışlarına meydan okumanın yanısıra, İngiliz kültür araştırmaları aynı zamanda marjinalleşmiş toplumsal gruplara—gençlik altkültürlerine, genç işçi sınıfı erkek ve kadınlarına, Afro-Karayipli ve Asyalı cemaatlerin çeşitli katmanlarına—söz hakkı sağlamaya çalışmıştır. [Bu kişilerin] giyim tarzları, saç stilleri, müzik, d
isko ve/veya klüplerdeki davranış biçimleri incelenmiş ve egemen güçlere karşı direnişin simgeleri olarak “okunmuş”tur. Margaret Thatcher’ın başbakan olduğu ve özelleştirme ile serbest pazar politikalarının kurallaştığı dönemde (1979-1990) azınlıklardan ve kadınlardan oluşan altkültürler ve altgruplar, (toplumsal yardım ya da ekonomi gibi alanlarda devlet kontrolünün azalması olarak anlaşılması gerek) “liberalizasyon”un, toplumun marjinalleştirilmiş öğeleri üzerindeki etkisini sergilemenin yollarını arayan kültürel çözümlemelerin odak noktası haline gelmişlerdir. Yine de vurgu, egemen kültüre karşı olan direniş ve muhalefet işaretlerinin “okunması” olmuştur.İngiliz kültür araştırmalarının, sözüm ona “doğuş”undan bu yana geçen dört onyıl boyunca iki özelliği belirginleşmiştir. Öncelikle, olağanüstü bir yaklaşım çeşitliliğine ve olağanüstü bir konu yelpazesine olanak tanır. Örnek vermek gerekse, İngiliz kültür araştırmaları, popüler ve/veya gençlik altkültürlerinin yanısıra, kadın imgeleri, erkeklik ve cinse
llik tarihi; genç kadınların okulda nasıl davrandıkları; ergenlik çağındaki beyazların reggae müziğine nasıl tepki verdikleri; orta sınıf aydınlarının tarihçesi gibi konular üzerinde durmuştur. İkinci olarak, İngiliz kültür araştırmaları her zaman siyasal bir boyuta sahip olmuştur. Daima, siyaseten angaje entelektüel çalışmanın değerini vurgulamaya çalışmıştır. Hedefi, insanlara söz hakkı tanımak, ve kültür ile çeşitli güç biçimleri arasındaki ilişkiyi anlamalarına yardımcı olarak, onların direnmek ve/veya hayatta kalmak için gerekli stratejileri geliştirmelerini sağlamak olmuştur.Ancak İngiliz kültür araştırmaları kendi dünyasına kitlenmesi ve Anglo-merkezciliği nedeniyle de eleştirilmiştir. Geçenlerde katıldığım bir sempozyumda, İngiltere’den katılan konuşmacıların çoğunluğu, daha çok Birmingham ve Manchester gibi büyük kentlerle ilgili, özgül yerel konulara odaklanmıştı. Çalışmalar işçi sınıfları, kadınlar, zenciler ve etnik azınlıklar hakkında olmuş olabilir; uygulayıcıların çoğunluğu, beyaz ve orta sı
nıftan erkek ve kadınlar. Her ne kadar belirlenmiş hedefi, marjinallerle güçsüzlerin savunucusu olmak ise de, kültür araştırmaları, üstünlükçü, beyaz ve Protestan “kültür ve medeniyet” geleneğiyle—tam da ilk kurulduğunda sorgulamayı iş edindiği gelenekle—bağlantısını korumaktadır.İngiliz kültür araştırmaları öte yandan kıyafet değiştirmiş Marksizm olmakla da suçlanmıştır—komünizm-sonrası döneme uygun düşecek, “gözden geçirilmiş, vasıflı” bir Marksizme kılıf olmakla. Marksizmin, kültür araştırmalarını iki belirgin açıdan etkilemiş olması bakımından, bu eleştiride haklılık payı vardır. Birinci olarak, kültür araştırmalarının, sanayi ve sanayi-sonrası kapitalist toplumlarının toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf ayrımlarına göre eşitsizce bölünmüş olduğu varsayı
mı, Marksizmden alınmıştır. Ancak kültür araştırmaları güç anlayışlarını sorgulayarak, bu ayrımların nasıl gerçekleştiğini çözümlemede, Marksizmden daha da ileri gidiyor—egemen ile madun, başat hayat yaşayan ile marjinal arasında bu ayrımın nasıl çizildiğini; ve de bu ayrımların halen devam edip etmediğini, yoksa [artık bu konuda] bir tür müzakereye mi gidildiğini araştırıyor. İkinci olarak, İngiliz kültür araştırmaları, toplumsal yapılanmaları, kültürel güçlerin onlara nasıl bir tarihsel biçim kazandırdığı açısından çözümleyen Marksist tarih anlayışlarını benimsemekle suçlanmıştır.Buna karşılık, kültür araştırmaları A.B.D.’de toplumsal kimlik politikaları ile değişik kültür formlarının, örneğin medya vasıtasıyla, temsil edilişinin incelenmesine yönelme eğilimi göstermiştir. Süratle, var olan akademik müfredatlara dahil edilmiştir—hatta öyle bir hızla ki, Amerikan şekliyle kültür araştırmaları, profesyonelleşmiştir. Çabucak da—büyük kısmı göstergebilim ve edebiyat kuramından alınmış—kendi teknik dilini eld
e etmiş, ve başlangıçta yerleşik disiplinlere karşı tutumuyla puan kazanmış olmasına rağmen, bir disipline dönüşüvermiştir. İngiliz kültür araştırmaları, Yeni Sol aydın geleneğine dayanarak kurulmuştur; A.B.D.’de ise, bu disiplin, bütün radikalizm iddialarına rağmen, liberal bilimselliğin geniş sahasına güvenle yerleştirilebilen, organize bir mesleksel etkinliğe dönüşmüştür. A.B.D.’de bir Sol aydın geleneğinin göreceli noksanlığı, Amerikan kültür araştırmalarını İngiliz eşdeğerinden daha da uzaklaştırmıştır. [Ve de sonuçta] var olan siyasal ve kültürel akımlarla doğrudan hemen hemen hiç bağlantısı olmayan bilim adamlarının koruma alanı haline gelmiştir.Bu nedenle Amerikan kültür araştırmalarının, Marksist varsayımlardan çoğunu—hiç değilse Marksizm, onu, modernizmin Aydınlanma projesinin devamı olarak, dünyayı sömürgeleştirmeye kullanılabilecek, Avro-merkez kaynaklı bir başka Büyük Anlatı olarak gören postmodernistlerin saldırısına maruz kaldığı için—yitirmiş olması şaşırtıcı değildir. Yine, Amerikan kültür
araştırmalarının, hem alanın İngiliz öncüleri tarafından, hem de kültür araştırmalarının oluşum tarihçesini dünyanın başka taraflarında aynen tekrarlamak isteyecekler tarafından ciddi şekilde eleştirilmiş olması şaşırtıcı değildir. Amerikan kültür araştırmaları konusunda en ağır eleştiri ise, onu bir tür genelleştirilmiş metin çözümlemesi telakki ederek kaale almaz bile.Güney Asya (ya da Hindistan) bağlamında ise üç farklı kültür araştırmaları ekolü bulunmaktadır. Bir grup tıpkı İngiltere’de olduğu gibi, siyasal olarak marjinalleşmişlerin kültürlerini inceler, ama kimliklerini kutsayacağına, nasıl devlet tarafından para yardımı alarak, ticarileşerek veya medya vasıtasıyla yayın yaparak ayakta kaldıklarını araştırır. Diğer bir grup, “madun araştırmaları” ol
arak betimlenebilecek konuya odaklanmıştır—İngiliz sömürgecilere karşı zaman zaman isyan bayrağını kaldıranları, ya da daha genel deyimle, “halk”ı inceler. Bu grubun amacı, iktidardaki seçkinlerden bağımsız olarak halkın, kendi başına, bir madun veya köylü bilincinin yaratılışına yaptığı katkıyı ortaya çıkarmak, incelemek ve betimlemektir. Bu grup bir anlamda Marksist yaklaşımı kullanır ve [bundan dolayı] Batılı kuramsal yapıları ithal ederek özgül Hint malzemesi üzerine oturtmakla suçlanmıştır. Öte yandan, bu yaklaşım, tarihin devlet tarafından öylece empoze ediliveremiyeceğini; tarihin sıradan insanların hayatları tarafından ve bu hayatların varlığı sonucu oluştuğunu kabul eder. Kültür araştırmalarına üçüncü yaklaşım ise, Güney Asya bilgi ve inanç kategorilerini kullanarak, kültür araştırmalarını yaklaşım açısından tümüyle yerli yapmak isteyen Ashis Nandy öncülüğünde geliştirilmiştir. Nandy insanları sömürgeciliğin “kurbanları” olarak görür ve kurbanlıklarının bilincinde olmalarını sağlamayı görevi bilir. Kurbanlık durumu sadece sömürgeleştirilenleri değil, sömürgecileri de kapsar: Avrupalı emperyalist güçlerin sömürgelerinde yaptıkları, sonuçta, kendi kültürlerini de ciddi olarak etkilemiştir. Sömürgecilik, şefkat ile tefekküre ve iç dünyaya dalmayı bastırarak, kadınsı ve dolayısıyla kamu kültürüne layık değil ilan ederek, [buna karşılık] İngilizlerin en kaba ve erkeksi sömürgeci öğelerini öne çıkararak, İngiltere’yi kültürel açıdan değiştirmiştir.Sömürgeleţtirilen insanlar kurban olabilirler, ama sömürgeci
liğin güçlerine direnebilirler. Nandy bunun üç yolla sağlanabileceğini öne sürer: şiddetle, barışseverlilikle veya sadece “oynamamak”la—kabul görmüş görüşlere ve geleceklere karşı çıkarak. Batı, kendi dünya görüşlerinin geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman açısından devamını güvence altına almak için, neyin “sabit,” “yararlı” veya “modern” olduğunu tanımlayarak, başka kültürleri susturmaktadır. Nandy, bu yapılanmanın dışına çıkmak için, Batılı olmayan kültürlerin, vizyonlarını kendilerine özgü bir dille ifade ederek—bu dil “akademik saygınlığın küresel parmaklığının öte yanında” olanlara, yani Batılı öğretim üyeleri ve eleştirmenlere, anlaşılmaz gelse de—geleceklerini, kendi kavram ve kategorileri doğrultusunda tanımlamaları gerektiğini öne sürer. Batılı olmayan kültürler, sadece Batı’ya direnmekle yetinmeyip, kendi kültürlerini direniş kültürlerine dönüştürmelidirler.Kültür araştırmalarının bu ülkedeki [Türkiye’deki] geleceği açısından, Nandy’nin fikirleri çok şey sunabilir. Kültür araştırmaları Batı’da—Amerika’da ve İngiltere’de—büyük bir sanayi haline gelmiştir; profesyonelleşmekle kalmamış, bu ay [Haziran 2000] sonunda İngiltere’de, Birmingham’da toplanacak “Crossroads in Cultural Studies” (Kültür Araştırmalarında Kavşaklar) başlıklı sempozyum gibi, belli başlı sempozyumlara yüzlerce katılımcıyı çekebilecek duruma gelmiştir. Kültür araştırmaları artık üniversitelerin akademik müfredatlarında büyük yer edinmiştir; böylece bütün öğrencilerin popüler kültürü öğrenmeye fırsatları vardır. Batı’da öğ
renim görmüş kültür araştırmaları uygulayacıları, ister benim gibi yabancılar olsun, ister Türkler, halen buradaki üniversitelerde çalışmaktalar.Gene de—sadece burada değil, aynı zamanda Batı’da—kültür araştırmalarının ne
için var olduğu konusunda, belirli bir rahatsızlık duyuluyor olduğu görülmektedir. Geçenlerde İngiltere’de katıldığım bir sempozyumda İngiltere’den ve kıta Avrupası’ndan birkaç katılımcı, kültür araştırmalarının, sadece, öğrencileri cezbetmenin ve böylelikle sınıf mevcutlarını korumanın bir yolu olarak var olduğunu belirttiler. Bu sayede tek tek bölümler, hükümetten ve/veya özel kaynaklardan fon sağlamaya devam edebilmekteler. Öğrenci ilgisini sürdürebilmek için de, öğretim üyeleri özellikle popüler kültür ve/veya çağdaş sinema ile televizyon üzerine odaklanarak, yaklaşımlarında, yaşanan hayatla “ilişkili,” ve “güncel” olmaya teşvik edilmişler. Disiplinin siyasal veçhesi yitirilmiş; kültür araştırmalarının tek varoluş nedeni, “müşteri” çekme potansiyelinde yatar olmuştur. Eğer bu, İngiliz kültür araştırmalarının bir karakteristiği olarak, modernist/Marksist paradigmanın bir başka versiyonu ise, doğrusu özellikle anlamsız bir versiyonu görünüyor.Eğer kültür araştırmaları Batı’da bu hale geldiyse, disiplinin Türk versiyonunun tümüyle değişik olması gerektiği açıktır. Öncelikle, halen üniversitelerdeki oturmuş perspektiflere alternatifler sunan,
keskin uçlu bir disiplin olmalıdır. Bu sadece, ortaya yeni “disiplinlerarası” yaklaşımlar çıkarmaktan ibaret değildir; bu zaten Amerikan ve İngiliz üniversitelerinde denendi ve sınandı; şimdi de, Sabancı Üniversitesi’ndeki, öğrencilere—İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri Amerikan üniversitelerinin bir karakteristiği olan genel “insan bilimleri” eğitimi türü—ders çeşitliliği sunma uğruna, [üniversitelerdeki geleneksel] bölüm yapısını reddetmiş olan bir genel lisans eğitimi müfredatının bir parçasını oluşturan yeni “kültür araştırmaları” programıyla gözlerimizin önünde. Hayır, Türkiye’de kültür araştırmaları bir düzeyde özgül Türk-merkezci vizyonlar çerçevesinde şekillenmelidir. Bu da disiplinin kemalizm gelenekleriyle; modernleşme ve modernite anlayışlarıyla; dinsel, toplumsal ve tarihsel geleneklerle; ve en önemlisi, eğitim ve pedagoji gelenekleriyle nasıl ilişkilendirilebileceği üzerinde durmayı getirebilir. Sanıyorum bu mesele kültür araştırmalarının herhangi bir biçimi tarafından, ne Batı’da ne de burada, yeterince üzerinde durulmuştur. Bu sadece neyin—bilgi, kuram ya da neyse—öğretildiğinin göz önünde bulundurulması değil, aynı zamanda nasıl ve niçin öğretildiğine de bakılması demektir. Bu da, hocaların (gene, Aydınlanma’nın Batı’daki anlayışıyla özellikle ilişkilendirilen bir tarz olan) tüm bilginin kaynağı olarak, ders anlatmak için sınıfın önünde durmasının, son bulmasını ve öğrencilerin kendi eğitimleri konusunda daha çok sorumluluk üstlenmelerini getirebilir. İnternet gibi yeni teknolojilerin, yaratıcı kullanımlarına gerek duyulabilir; ancak eğer böyle olursa, o zaman Türkiye’de kültür araştırmaları yalnızca ulusal terimlerle değil, aynı zamanda ulusal sınırları aşan ve öğretim üyeleri ile öğrenciler arasında kültürler aşırı iletişime izin veren küresel terimlerle de tanımlanmalıdır.Sunuşuma birbirinden değişik üç ayrı ulus bağlamında ortaya çıkmış olan kültür araştırmaları hakkında konuşacağıma söyleyerek başlamıştım. Şöyle bitireyim: Eğer bu disiplin bu ülke bağlamında herhangi bir geçerlilik elde edecekse, bunu ancak i) Batı bağlamında değil de Türk bağlamında kendi yaklaşımlarını geliştirerek; ve ii) bu yaklaşımlara, sadece etnik-merkezci
terimlerle değil, küresel terimlerle de bakarak—ve bu sayede bu terimlerin, kendilerinkinden ne şekilde farklı olduğunu anladığı kadar, nasıl değişik geleneklerden, Batı dahil çok çeşitli kaynaklardan, esinlenmiş bulunduğunu görerek sağlayacaktır.Çeviren: Dr. Defne Ersin